yémeni – zülbiye
yémeni: Ayakkabı.
yemin etsem başım ârımaz: Bahsettiğim şeyin doğruluğuna yemin edebilirim.
yemini yer bulmek: Yeminle verilen sözü bozmamak için göstermelik davranmak.
yémlik: Baharda çıkan ve çığ yenen bir ot. (yeyimlik)
Yeñiahmet: Güneyköylü Ahmet Dindar. 1914 Yılında doğmuş. Eğret’e gelip Gavcardan dul kalan Halime ile evlenmiş. Bir oğlu olduysa da yaşamamış, Kötühüseyinin babalığıdır. Güneyköylü veya Gocadudak da derlerdi, 1988’de vefat etti.
Yeñiali: Apdıramanların Hacıhafızın oğlu Ali Kirkit. 1916 Yılında doğdu, Kelhasanın kardeşidir. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor, 1994’te vefat etti.
yéñice: Henüz, biraz önce.
yéñigasdan: Baştan, yeniden, bir daha.
Yeñimısdık: Bolvadinli Kelhasanın ilk hanımından oğlu Mustafa Şen. Anaları ayrı olmak üzere Köralosman ile Halil Haykır’ın abileridir. Şaşdımoğlu Mustafa’dan dul kalan Ümmühan Hanım’a içgüveyisi olunca böyle lakaplandı. Efsane bakkallardan biridir, 1998’de vefat etti.
yéñişememek: Yarışta veya oyunda kazananın olmaması, beraberlik.
yéñişmek: Yarışmak
yéñitden: Tekrardan, yeniden.
yéñiye: Gelecek sene.
yépilemek: Zorla yürümek, ıkına sıkıla zorlanarak yürümek.
yépişlemek: Hamurun üzerini düzeltmek için uğra döküp el ile hafifçe vurmak.
yeriñ dibine batsıñ: Yok olsun.
yerini sêmek: Bitki bulunduğu yerde gelişmek.
yérini yapmek: 1.Yatağı hazırlamak, 2.Kabul ettirmek istediği bir şey için sözle hazırlık yapmak.
yérişmek: 1.Önde giden birine yetişmek, 2.Yüksekteki bir şeyi elini uzatıp tutmak, erişmek.
yérli: Kesin, sabit, geçici olmayan (Bureyi yerli satın aldım)
yerli yetikli: (z) Adımakıllı, iyice, tamamen.
yétirmek: İhtiyaçları karşılamaya çalışmak.
yéryaran: Bir çeşit mantar.
yeşerti: Yeşillik.
yeşillenmek: Cinsel isteklerini tavır ve davranışlarıyla belli etmek.
yetere bâlamek: Bitirmek, son vermek.
yetiklik: Yetecek kadar (Bize yetiklik ekmek galmış)
yetmek: Başa çıkmak, gücü yetmek (Hepiñize yeterin evelallah)
yéyni: Hafif, yeğni.
yéynimek: Hafiflemek.
yıfıdak: Çabuk küsüp darılan.
yıfıtmek: Şiddetle küsüp darılmak.
yığdırmek: (mec) Bol bol vermek, ikram etmek, sunmak.
yığılagalmek: 1.Çoğalmak, 2.Bayılmak, kendinden geçip yere yıkılmak.
yığın daşı: Tarladan toplanıp öbek öbek yığılmış taşlar.
yıkdırmek: Birinin öldüğünü bildirerek onun kütükten silinmesini sağlamak.
yıkmek: 1.Güreşte yenmek, 2.Demokratik usullerle, seçim yoluyla bir yetkiliyi değiştirmek, 3.Nüfus kaydını sildirmek.
yıkıntı: Yıkılan evden çıkan odun, kereste.
yıldamcı: Her sene buzulayan inek.
yıldırmek: Üstün gelerek caydırmak, kaçırmak.
yıldız gaymek: Göktaşı parlayarak çizgi halinde iz bırakıp düşmek.
yıl harmansız olmaz: Ne kadar verimsiz olursa olsun, çiftçilik yapan herkesin az çok mutlaka hasadı olur.
yılı: Ölümün üzerinden bir yıl geçince yapılan tören.
yılık: Eğri, eğrilmiş, çarpık.
Yılıkmehmet: Hacımahmutların Süleyman oğlu Mehmet Öztürk. 1878 Yılında doğdu, neden böyle lakaplandığı bilinmiyor; ancak çocukları Süleyman, Mevlüt ve Hüseyin Öztürk kardeşler de bu lakapla anılıyor. 1950 Yılında vefat etmiş.
yılmek: Eğrilmek, yana doğru çarpılmak.
yımırta: Yumurta.
yımırta topuk: Orta yükseklikte ve az sivri ökçe.
yırıldak vemek: Çok kötü, iğrenç kokmak.
yırıldamek: Çok kötü ve pis kokmak.
yırtık: Utanmaz, fazla sosyal kişi.
yırtık dondan çıkâ gibi: Durup dururken, hiç gereği yokken söze girmek.
yırtımcı: Manifaturacı, şalvarlık basma satan.
yicek: Yiyecek.
yicek işcek: (i) Erzak, yiyecek içecek.
yicek yanım yok: O kadar çok doymuşum ki daha fazla yiyecek durumda değilim.
yidirmek: 1.Rüşvet vermek, 2.Tarladaki başkasına ait ekini hayvanlarına otlatmak.
yimeden gidesice: İlenç sözü.
yimeden gitsiñ: Haksız yere yiyecek bir şeyler alan veya gönülsüzce yiyecek ikram etmek zorunda kaldığı kişiye söylenir.
yimek: 1.Taam etmek, yemek; 2.Kendine ait olmayan bir şeyi mülkiyetine geçirmek, rüşvet almak.
yimelik: Yemek için ayrılmış, yemelik.
yinmek: Çürümek, aşınmak. (Menteşe iyice yinmiş.)
yinsel: Lezzetli, yenilebilir, yemesi zevkli.
yir içer hasda, çorba gomaz tasda: (Yer içer hasta, çorba koymaz tasta)
yirik: Kesik, yırtık.
yirilmek: Yırtılmak, azıcık yırtılmak.
yiril yiril: (z) Çok kötü koku için.
yir misiñ yimez misiñ: Öldüresiye dövmek.
yist!: Koyun keçi sürme ve kovma ünlemi.
yiyen: Yeğen.
yiygi: Genelde kışın yemek için ayrılan tahıl.
yiygi dutmek: Yıllık yiyecek miktarı ayırmak.
yiygilik: Ürünün yiygi için ayrılan kaliteli kısmı.
yiyici: Rüşvet alan, kamu malını gaspeden.
yobaz: Uzak ve soğuk duran, görgü bilmez, kaba kimse.
Yoğurtlu ak dolma gibi bakmek: Anlamsız anlamsız, şaşkınca aval aval bakınmak. Ana malzemesi göce olan akdolma aslında hiç bir numarası olmayan sassı bir yemektir, sarımsaklı yoğurt sosuyla çeşnilendirilir. Bakışlardaki boşluk ve anlamsızlığın bu yemekle ilişkilendirmesi buna bağlı olabilir.
yokarı: Yukarı.
yoklamek: 1.Ziyaret etmek, 2.Hastalık ara ara belirmek.
yok yôsul: (s) Yoksulluk içinde olan, çok fakir.
yola gitmek: Yolculuğa çıkmak.
yolak: Yan yol, tali yol, asıl yola çıkan patika.
yolaklamek: Suyun önündeki engelleri kaldırarak yolunu açmak.
yolaklı: Çizgili, dilimli kumaş veya örgü.
yoldan gelmek: Yolculuktan dönmek.
yolgazıyan: Grayder.
yollu: Benzer, yakın, gibi (Ucuz yollu olannarı alıñ)
yolma: Mercimek, burçak, nohut gibi hububatın tarladan kaldırılması.
yolmek: 1.Tırmalamak, yırtmak; 2.Bazı hububat hasat etmek, 3.Kanatlı hayvan tüyünü temizlemek.
yolmeci: Yevmiye ile nohut mercimek yolan kadınlar.
yol yordam: (i) Görgü, görenek, usul erkan.
Yonan: Kurtuluş Savaşı öncesi köydeki işgal güçleri. (Yunan)
Yonan tômu: Bir küfür sözü.
yonga: Ağaç kesip yontarken etrafa sıçrayan küçük kesikler.
yonutmek: 1.Yontmak, 2.(mec)Ödenecek miktarda kesinti yapmak.
Yonuz: Yunus
yoo: Hayır, asla, olmaz.
yopyôsul/yokyôsul: Çok fakir (yok yoksul)
yordam: Anlayış, yere ve zamana uygun davranış.
yordamsız: Kaba, patavatsız, düzensiz, dengesiz.
yorgan çarşafı: Dikerek yorgana geçirilen kılıf, nevresim.
yorgan gaplamek: Temizlenen çarşafı dikerek yorgana geçirmek.
yorgan innesi: Yorgan kaplamak veya yüz geçirmek için büyük iğne.
yorgan yüzü: Yorganın astarı kapatıldıktan sonra görünen dış kısmındaki kumaş.
yormek: Yorumlamak, anlamlandırmak, fikir yürütmek.
yorgunu yokuşa sürmek: Zor bir işi daha da zorlaştıran şartlar ileri sürmek.
yôsa/yôsam: Yoksa.
yosmek: Onun yerine koymak, onun gibi olduğunu varsaymak, kıyas etmek, benzetmeye çalışmak. (Eskisine yosma, işle değişdi)
yôsul: Yoksul
yoşarık: Alacakaranlık, hafif aydınlık.
yoz: 1.Kısır evcil hayvan, 2.Döl tutmamış küçük ve büyükbaş hayvan, 3.Görgüsüz, saygısız kimse, 4.İnsan içine çıkmayan, asosyal, 5.Aşılanmamış yabani meyve ağacı.
yozgun: Tutmayan fidan, fide.
Yozgun: Kelahmetlerin Osman oğlu Halil Azbay. 1917 Yılında doğdu. Çok küçükken babası şehit olunca, annesi Eminlerib Süleyman’a varmış; bu yüzden Kelsüleyman ile karınkardeştir. 1999 Yılında vefat etti.
Yozgunuñ adımı: Adımları çok büyük olmasıyla meşhur Yozguna yapılan telmih.
yömüye: Günlük ücret, yevmiye.
yön: Yüz, anneç. (Yönünü bu yana çevirip bi bağırdı)
yönnü: Benzer, yakın, gibi (Ucuz yönnünenden alcez)
Yörüğoğlu: Türkmenoğlu Halil’in oğlu Ahmet. Babası Emirdağlıdır, kendisi 1874 Yılında doğdu. Yumrukların atası Halil’in küçük kardeşi, Aliefe ve Halilefenin babaları olur. 1938 Yılında vefat etti.
Yörük: Güneybatıdaki Mılıklar (Çatkuyu) köyü.
Yörükçeşmesi: Bir çeşme ve mevki adı. Eski zamanlarda göçer Yörükler tarafından yaptırıldığı söylenen iki çeşme hakkında ayrıntılı ve net bilgi yok.
Yörükgediği: Bir mevki adı
Yörükkerimi: Yörük Ahmet oğlu Abdülkerim Demir. 1902 Yılında doğdu, Danamusgası Mehmet Demir’in babasıdır. 1969’da vefat etti.
Yörükmevlüdü: Yörükahmedin Mehmet oğlu Mevlüt Demir, 1928-2017.
Yörükselime: Coruksüleymanın ikinci eşi Selime Oran. 1922 Bayramaliler/Demirli köyünden; Ahmet, Yakup ve İsmail Oran kardeşlerin anasıdır. 1994 Yılında vefat etti.
Yörükşerif: Tekelioğlu Mustafa eşi Şerife Temel. Curak Abdurrahman kızıdır 1904’te doğdu. Anası Türkmenlerden olduğu için böyle lakaplandı. Danagafa ve Pangecinin anaları olur, 1960’ta vefat etti.
Yörüktahir: Emirdağ Kırkpınar köyünden Yörükmehmet oğlu Tahir Akyol. Babası erken vefat edince annesi Elife Hanım Yörük Ahmet ile evlenmiş. Bu yüzden Ali Demir, Abdülkerim Demir ve Hüseyin Demir ile karınkardeş olurlar. Ayrıca Tahirintopal Mehmet Akyol ve Bakkalsarı Halit Akyol’un babalarıdır. 1968 Yılında vefat etti.
yörümek: Yürümek
yuğrum: Hamurda miktar, ölçek. (Bi yuğrumluk unum galdı.)
yuka:1.Yufka, 2. İnce, dayanıksız, zayıf.
yukaböreği: Kuru yufkadan yapılan börek.
yukalmek: İncelmek, zayıflamak.
yuka yer dostu: Gerçek olmayan yakın, sahte akraba.
yu’mek: Yıkamak.
yumeşmek: Toplanmak, yığılmak, üşüşmek (yumuşmak)
yumruk gadâ: Bedence ve yaşça küçük kimseler için söylenir.
yunmadık: Yıkanmayan, pis ve uğursuz kimse.
yunmek: Yıkanmak, banyo yapmak, temizlenmek.
yunmuş yıkanmış: (s) Ondan çok daha iyi anlamında karşılaştırma sözü.
yurgu: Toprak dambeşin toprağını sıkıştırmak için kullanılan taş merdane. Löğ taşı.
yurgulamek: 1.Yurgu taşıyla dambeş toprağını sıkıştırmak, 2.Bir konuyu pekiştirmek.
yurt: Mesken, oturulan yer ve arsası.
yusufcuk: Guguk kuşu, kumru.
yuyup yuyup yıkamek: Sözle yerin dibine sokmak, ağzına geleni söylemek.
yüğüre gelmek: İneğin tava gelmesi, çiftleşme vaktinin gelmesi
yüke gelmek: Hayvan yük taşıyacak kadar büyümek.
yüklü: Hamile
yüklük: Yatak yorgan konulan gömme dolap.
yükünü dutmek: Çok kazanmak.
yümsek: Yüksek.
yümselmek: Yükselmek.
yüreği baymek: Çok üzülmek.
yüreğine inmek: Bir şeye ölecekmiş gibi üzülmek.
yüreği soğumek: Düşmanının felakete uğraması nedeniyle ferahlamak.
yüzaşşağı: Rampadan aşağı doğru, iniş biçiminde.
yüzbar etmek: İki kişiyi bir araya getirerek yüzleştirmek.
yüzgarası: Utanılacak şey.
yüzgörümlüğü: Damadın veya damat yakınlarının geline verdiği hediye.
yüzlemek: Yorgan astarının üzerine gerçek kumaşı dikmek.
yüzlü görünmek: Öyle olmadığı halde hatırlı görünmek için yaltaklanmak.
yüzü eğri: Misafir sevmediğini yüzünü eğerek gösteren, bu yüzden insanların pek yanına varmak istemediği sevimsiz kişi.
yüzük: Yüzük saklayıp bulmaya dayanan bir takım oyunu.
yüzük dakmek: Nişanlanmak.
yüzüngoyun: Yüzünün üstüne yatacak şekilde, yüzükoyun.
yüzünü eğmek: Suratını asmak.
yüz yazmek: Yüze makyaj yapmak.
yüzü yok: Daha önce birçok şey istediği için yeni bir şey istemeye utanmak.
yüz yüze bakmek: Her zaman görüşür konuşur olmak.
zabdetmek: Kuvvetlice tutmak, sahip olmak, bırakmamak.
zabeysiz: yerinde duramayan, hiperaktif çocuk
zağar: 1.Küçük köpek, 2.Kısa boylu, bodur, cüceye yakın kimse.
Zağarayşa: İdirizlerin Gocaosmanın ikinci eşi Ayşe İdis. 1897 Yılında doğdu; Afyonlu İdirizlerden Hasan kızı, Yanalhatca ile Gızılgızın kardeşidir. Ayrıca Avgan ile de karınkardeş olurlar. Önce Söylemezoğlu Mehmet eşi idi, kocası Cihan harbinde kalınca Gocaosmana vardı. Çakıriban ile Eseninhasanın kaynanası olur. 1971 Yılında vefat etti.
Zağarferide: Bekiralinin Buydeycigadir eşi Feride Dadak. Büküroğlu Mustafa kızıdır, 1928 Yılında doğdu. Palavur Mustafa Dadak’ın anası oluyor, 1986’da vefat etti.
Zağarhalil: Faddiklerin Güccükhalil Halil İleri’nin bir başka lakabı da budur, 1922-1990.
Zağarummahan: Omarcıkların Gırali eşi Ümmühan Sağlam. Tekelioğlu Mustafa kızı, Danagafa ile Pangecinin kardeşidir; 1937-2023.
zangırdamek: Yerli yersiz, boş dolu konuşup durmak.
zara düşmek/zara galmek: Zarurete, dara düşmek, mecbur kalmak.
zararı yok: Oldukça iyi.
zartlakcı: Durmadan sesli olarak gaz çıkaran.
zartlatmek: Gaz çıkarmak, osurmak.
zâti: (e)Aslında, zaten.
zebep: Neden, sebep
zebeplenmek: Yararlanmak, faydalanmak, çıkar sağlamak.
zebellah: Çok iri ve korkunç görünüşlü kimse (zebihillah)
zébil: Bakımsız, sefil.
zebil etmek: Herkese bol bol ve bedavadan dağıtmak.
zebil gibi: Çok fazla, aşırı miktarda (sebil gibi).
zebze: Sebze.
zedef: Sedef.
Zeliğanıñguyu: Hacızekeriye eşi Zeliha Çelebi hayratı olan sereñli kuyu.
Zelo: Takgasların Kelömerin küçük oğlu Mahmut Öncül.
zélve/zevle: Öküzün çıkıp kurtulmaması için boyunduruk ucuna takılan çubuk.
zélvelik: Zevle yapmaya uygun meşe çubuk.
zembil: Kapıyı açma kapama mekanizması, eski kapı kolu.
zembirek: Kapı kilidi.
zemeri: Karakış, zemheri.
zéncir: Zincir.
Zéncirliguyu: Bir mevki adı.
zéncirkemiği: Bel kemiği, omurga.
zerdeli: Kayısı, zerdali.
zere: (e)Çünkü, nitekim, zira, besbelli
zerroş: Sarhoş.
zerzebil: Sıkıntı, bunaltı, perişanlık (selsefil).
zerzebil olmek: Perişan olmak, büyük sıkıntı içinde bulunmak.
zerzebil zarı zengel: Katmerli sefalet içinde bulunan, hiçbir variyeti bulunmayan.
zétin: Zeytin.
zeyin: Anlama kabiliyeti, zihin.
zeyinsiz: Salak, çabuk anlamayan, anlamakta zorluk çeken.
zeyir zıkgım olsuñ: Nankörlük eden veya malını gasbedene ilenç sözü.
zıbartmek: Öldürmek.
zıfır: Sıfır.
zıfıra vurdurmek: Saçı sıfır numara tarakla çok kısa kestirmek.
zıfırdan başlamek: En baştan, hiçbir şeye sahip olmadan bir işe girişmek.
zığdasız: Akılsız, salak.
zıkıye: Sağlık memuru (sıhhıye)
Zıkıyeosman: Yörüklerin Ali oğlu Osman Demir. Sünetçiosman da derlerdi, 2021’de Afyon’da vefat etti.
zılla: (z)İyice, daha da, daha fazla anlamlarında zarf.
zıñgadak: Birdenbire, aniden durma.
zıñgazıg: Hıncahınç, lebaleb, ağzına kadar dolu.
zıngıldak: Ağızdan düşmek üzere olan, sallanan diş.
zıngıldamek: Yuvasından oynamak, sallanmak, kımıldamak.
zıngırdamek: Boş boş konuşup halinden şikayet edip durmak, sızlanmak.
zıravıt: İriyarı kimse.
zırlak: Yüksek sesle çok sık ağlayan.
zırt zırt: sık sık
zıtleşmek: Ters gitmek, inatla tartışmak.
zıvgar: Arabaya koşulan ikinci çift hayvan.
zızı: Ağrı, sızı.
zızılamek: Sızlamak, acımak.
zibidi çıkmek: Çok ıslanmak.
zibil gibi: Çok fazla.
zibit gibi: Bütün giysileriyle ıslanmış olarak, sırılsıklam.
zibit olmek: Yağmur altında veya başka bir şekilde tamamen ıslanmak.
zifir gibi: Çok karanlık.
ziğileñ: Ekilip dikildikten sonra bir türlü hallenip canlanamayan fide, bitki. (Bu sene büberlê ziğileñ ziğileñ oldu.)
zikge: Hayvanları bağlamak için yere çakılan demir ya da ağaç kazık.
zili: Uzun ince kilim.
zilli: Adı kötüye çıkmış, oynak.
zina: Veled-i zina sözünün kısaltılmışı, hakaret sözü.
zindan: Çok karanlık.
zindan gibi: Göz gözü görmez, zifiri karanlık.
Zîret: Dağda bir vadi.
zivil zivil: (z) Sağlıksız büyüyen fide ve bitkileri nitelemede kullanılan zarf. (Ne bu tomatisle böne zivil zivil gı!)
zivt: Zift.
zivziv: Zayıf cılız kimse veya güneş görmediğinden uzayıp giden sağlıksız sebze fidesi.
ziyana girmek: 1.Hayvan ekili tarlaya girmek, 2.(mec)Sözü ve konuyu sakıncalı bir alana getirmek.
ziyankar: Başkasının ekinine zarar veren kimse.
ziyan yaymek: Hayvanlarını başkasının ekili tarlasında otlatmak.
zoba:1.Bütün düzeneği toprak duvarın içine gömülmüş, dışarıdan sadece kapağı görünen fırın veya ısıtma sistemi (soba); 2.Toprak duvarın içine oyulmuş kapaksız gömme dolap.
zobu: Kısa boylu ve şişman.
zopa: 1.Dayak, sopa; 2.Ayçiçeği, başak, çakıldak gibi şeyleri dövmeye yarayan özel sert değnek, sopa.
zopalık: Dövülmesi gereken.
zopayassırı: Dayağı hak eden.
zoralmek: Zorlaşmak, güçleşmek.
zoruna gitmek: Gücüne gitmek, onuruna dokunmak.
zorunan: 1.Zorlukla, güç bela; 2.Zorlamayla, mecbur tutarak
zoru zoruna: (z) Bin bir güçlükle
zöbü: Oval, söbü.
zöğelmek: Yorgunluk ve bitkinlikten baygın gibi uzanmak.
zöğümlü: Kibirli budala.
zukgum: Zehir, ağı, zıkkım.
zülbiye: Yağda kavrulmuş soğan üzerine yumurta kırılmasıyla oluşan yemek.