Deve
Semud, Arap yarımadasında yaşamış Ad’dan sonraki en bilinen kavimlerden biri. Hüküm sürdüğü dönem olarak da Ad’dan sonrası gösteriliyor. Hz. Nuh’un oğullarından Sam’a isnat edilerek Semud diye adlandırıldığı söyleniyor. Hz. Salih, peygamber olarak gönderiliyor, diğer tüm peygamberlerde olduğu gibi ona inanan çok az. Toplum inkarcılığını artırarak sürdürüyor; putperest oluyor, azgınlaşıyor. Salih (as)dan dediklerinin doğruluğunu ispat etmesi için mucize istiyorlar, istedikleri mucize (deve) istedikleri gibi gelince yine uslanmayıp onu öldürüyorlar. Bunun üzerine Hz Salih onları gelmekte olan azap ile uyarıyor. Uyarıya da aldırmadan Salih ve ailesini öldürme planlarına girişiyorlar. Allah’ın bildirmesiyle onların planlarından haberdar olan Salih (as), yakınları ve müminleri de alarak oradan hicret ediyor. Sonrasında Semud kavmi helak ediliyor.
Başta Kur’an-ı Kerim ve Hadisler olmak üzere bazı İsrailiyat ve Hıristiyan kaynaklarında ayrıntısına girilerek anlatılan bu olayla ilgili önemli noktaları nazara vermek istiyorum. Daha sonra bu hususları bugüne bakan yönleriyle tekrar incelemeye çalışacağız.
Semud, Ad kavminin devamı olduğunu, aynı bölgede daha önce yaşayan bu kavmin başına gelenleri ince ayrıntısına kadar biliyordu. Hud (as)ın hak Peygamber, tebliğ ettiğinin de hak din İslam olduğunun da farkındaydılar. Dolayısıyla Ad kavminin helak oluş sürecini çok iyi biliyorlardı. Fakat yanlış yorumlama yahut şeytanın saptırmasıyla Ad kavminin helakini doğru yorumlayamadılar. Binalarını doğru yapmadıkları için helaktan kurtulamadıklarını düşündüler. Oysa şimdi kendileri zemini sağlam yerlere, sağlam binalar oturtmak suretiyle bu işin üstesinden geliyorlardı…
Liderleri Cünda’dan, başka hiç bir toplumda olmayan güzel ve büyük bir put yapmasını istediler. O da bir kayayı yontarak şekil verdi. Ortaya ayakları, kafası, kuyruğu, kulakları vs. her bir organı ayrı bir hayvanınkine benzeyen tuhaf bir heykel çıktı. Ona çılgınca tapındılar. Yeterli görmeyip yeni putlar edindiler, bunları saklamak için kocaman puthane inşa ettiler.
Bütün bunlar olurken Hz. Salih Semud’un içinde. Dürüst, güvenilir, ticaretle uğraşan, kırk yaşında, işinde gücünde birisi. Halk tarafından çok seviliyor. Hükümdarlık potansiyeli var. Hatta tam da kavmin başına yönetici olarak getirme planları yapılırken peygamberlik görevini alıyor.
Salih Peygamber, ilk vazifesini Cünda’ya karşı veriyor. Akıllı bir lider olan Cünda, Hz. Salih’in anlattıklarını hemen kabul etmedi, halka danışmak istediğini söyledi. Böylece bütün Semud kavmine topluca bir tebliğ imkanı doğdu. Fakat duydukları karşısında halkın çok sevdikleri Salih’e karşı tavrı birden değişiverdi. Ondan yüz çevirdiler, çok az kişi iman edip müslüman oldu…
Vazifesine devam etti Salih (as)… Her fırsatta tevhidi, bir Allah’ı anlattı. Çeşitli bahaneler ileri sürerek daveti reddetiler. Bizim gibi bir insan olan Salih’e mi uyacağız dediler, atalarımızın dini dediler, büyülenmiş dediler, yalancı ve şımarık dediler; bir sürü isnatla geldiler…
İslam’ı tebliğ etmekle sadece vazifesini yaptığını, karşılığında kendilerinden bir şey beklemediğini defalarca belirtmesine rağmen, asıl niyetinin toplumun başına geçmek olduğuna dair iftirada bulundular.
Her şeye rağmen tebliğinden vazgeçmediğini görünce Salih’e (as) karşı taktik değiştirdiler. Onunla uğraşmak yerine az sayıdaki mümini kendilerine hedef seçtiler. Onları dinlerinden saptıracak, hiç olmazsa Salih’e (as) karşı kışkırtıp aralarını bozacaklardı. Bütün gayretlerine rağmen bunda da başarılı olamadılar.
Salih (as) efendi efendi anlatırken, onlar kendisini sürekli bozgunculuk çıkarmakla suçladılar; toplumun huzurunu bozuyor, kafaları bulandırıyor, insanlar arasına fitne sokuyordu.
Bir gün Cünda’nın önderliğinde herkesçe bilinen koca bir kayanın yanında toplandılar. Hz. Salih’ten inandığı Allah’ın bu kayadan bir deve çıkarmasını istediler. Eğer bu inanılmaz olay gerçekleşirse inkarı bırakıp anlattığı her şeye inanacaklardı. Yalnız bazı şartları vardı; deve doğurmak üzere fakat karnı aç; yavrusu da kendisi gibi kızıl tüylü; sütü yazın soğuk kışın ılık, içenin her hastalığına şifa olacak, hatta fakir içtiğinde zenginleşecek…
Hz. Salih namaz kılıp dua etti. Kaya kımıldayıp genişlemeye başladı, derinden derine sancılı deve sesleri geliyordu. Birden yarılan kayanın içinden kızıl tüylü bir deve çıktı, ardında aynı renkte yavrusu vardı…
Deve mucizesi karşısında Cünda yanındaki yüz kişiyle birlikte müslüman oldu. Daha fazla kişi iman edecekti; ama inkarcılar kışkırtıcı ve tahrik edici sözlerle buna mani oldular. Cünda evindeki putları kırdı. Semud kavmi onun yerine kardeşini hükümdar yaparak başlarına geçirdiler…
Söz verdikleri gibi iman etmediler, azgınlıklarına devam ettiler; ama deve mucizesinden sonra Salih (as) Semud kavmine bazı yeni düzenlemeler getirdi. Bunlar mucize deve ile Semud ilişkisini düzenleyen kurallardı. Buna göre belirli bir günde Salih’in devesi, sair günlerde diğer develer ve halk su içecekti. Devenin gününde su kaynaklarına müdahale edilmeyecek ve ayrıca deve gezip yayılması hususunda özgür bırakılacaktı. Bu şartlara uyulursa devenin sütünden yararlanma hakları bulunacaktı… Aksi takdirde başlarına gelecek çok büyük bir felaketle uyardı…
Buna uygun olarak Salih’in (as) mucize devesi kırlarda özgürce yayılır, yavrusuyla birlikte istediği yere giderdi. Hem yayılıp hem de Allah’ı tesbih eden deveye Semud’dan kimse dokunmadı. Kavmin diğer hayvanları da rahatsız etmedi çünkü çok heybetli ve korkunç bir görüntüsü vardı, gördüklerinde hemen kaçarlardı… Nöbetleşe suyu kullanma kuralına da riayet ediliyordu. Ayrıca istedikleri zaman kaplarını sütle doldurur giderlerdi ve bu sütten şifa bulurlardı. İki taraf da halinden memnundu… Nasıl memnun olmasınlar ki, evet diğer bütün hayvanların içtiği kadar süt içiyordu; ama onların toplamından daha fazla süt veriyordu…
Sıradan halkın durumu böyleyken, Semud’un azgın ileri gelenleri aslında gidişattan hiç de memnun değillerdi. Mucize deve karşısında aciz kalmışlar, halkın ona rağbetine engel olamamışlardı. Kıskançlıktan çatlayacak duruma geldiler. Gözleri dönüyor, deveyi katletmek istiyorlardı; ama ne kadar inkar etseler de Salih’in (as) sözünü ettiği felaketten korkuyorlardı…
Bu endişelerden uzak iki kadının azap, felaket, afet vb. hiç bir şey umurunda değildi. Deve sürüleri vardı ve Salih’in (as) devesi onların tekerine çomak sokuyordu. Onun yüzünden otlakları dilediği gibi kullanamıyorlar, istedikleri zaman mallarını sulayamıyorlardı. İşlerinin yürümesinde bu mucize Deve’yi en büyük engel olarak gördüler. Onun öldürülmesi gerektiği hususunda kamuoyu oluşturmaya çalışıp halkı tahrik etmeye başladılar. Suyu nöbetleşe kullanmanın adaletsiz bir uygulama olduğunu yayıyorlardı…
İki kadından yaşlı olanın adı Uneyze binti Ganem idi. Yaşlıydı, ama güzel kızları vardı. Diğeri Müheyya adlı kadın ise gayet zengin ve güzel bir kadındı. Sürüleri onun yüzünden zarar gördüğü gerekçesiyle devenin hemen öldürülmesini istiyorlardı.
Müheyya, amcaoğlusu Mısta’yı çağırıp devenin öldürülmesi karşılığında malı mülkü ve her şeyiyle onun olabileceğini teklif etti. Güzel ve zengin bir kadından gelen bu teklife Mısta hayır diyemedi. Onun gibi putperest olan Kıtar adlı birini kendisine bu işte yardımcı olarak seçti, ona da Uneyze’nin kızları vaad edildi. Bu iki elebaşı yanlarına bir kaç kişi daha buldular, sayıları dokuza çıktı…
Dokuz suikastçı planlarını yapıp pusuya yattılar. Hiç bir şeyden habersiz deve ve yavrusu görününce, Mısta okunu atıp deveyi bacağından vurdu. Yıkılan devenin üzerine dokuzu birden çullandılar. Kalkamasın diye önce ayaklarını kestiler, sonra öldürdüler. Yavru deve korkup dağa kaçtı, bir rivayete göre onu da kesip yediler…
Olanları duyan Salih (as) çok üzüldü, ölü devenin başında saatlerce göz yaşı döktü. Sonra kavminin hidayeti için Allah’a yalvardı… Bunca acının arasında onu izleyen kavmi çirkefleşti ve ‘Gerçekten peygambersen tehdit edip durduğun azabı getir de görelim’ diye edepsizce haddi aştı…
Salih (as) her zamanki sükunetiyle ‘Ben size Allah’ın emrettiği öğütleri verdim, ama siz doğru söyleyeni ve öğüt vereni sevmiyorsunuz’ dedi. Buna karşılık Semud kavmi ‘Senin ve arkadaşların yüzünden uğursuzluğa uğradık’ diyerek hem suçlu hem güçlü pozisyonunu aldılar. Bütün davetlere rağmen azgınlıklarını sürdürdüler, iman etmeye niyetleri yoktu. Sonuçta ilahi azaba müstahak hale gelmişlerdi…
Son edepsizlikleri karşısında Salih (as) mühletin dolduğunu bildirip azabı haber verdi. ‘Üç gün daha yaşayın, sonra helak olacaksınız’ dedi. Buna göre ilk gün yüzleri sararacak, ikinci gün kırmızıya dönüşecek ve üçüncü gün kapkara kesilecek ve ardından helak olacaklardı.
Hemen o anda ilginç olaylar yaşanmaya başlanmıştı. Öldürdükleri mucize devenin bastığı yerlerden kan fışkırdı. Yemyeşil yapraklar sarıya döndü. Kuyunun suyu kan kırmızı kesildi…
Rivayete göre deveyi çarşamba günü öldürdüler. Salih’in (as) azabı haber vermesi ve ilginç olayların yaşanması üzerine Semud’da panik ve korku başladı. Ne kadar inanmadıklarını söyleseler de içlerinde Hz. Salih’in dediklerinin gerçekleşebileceğine dair endişe belirdi. Dokuz kişilik katil heyet onu hemen öldürmeyi kararlaştırdılar. ‘Salih doğru söylüyorsa elimizi çabuk tutmalıyız, yok yalan söylüyorsa onu da devesinin yanına gönderelim’ diyorlardı. Çoluk çocuk hepsini öldürecekler, kim yaptı denildiğinde orada olmadıklarını söyleyeceklerdi…
Planı yapıp tuzağı kurdular. Allah Salih’e (as) bu olanları bildirdi. O da ailesiyle şehri terk edip Mekke’ye hicret etti. Bundan önce müminlere de ‘Ey kavmim, burası halkına Allah’ın gazap ettiği bir yerdir. Hemen buradan ayrılıp Allah’a sığınınız.’ diye uyardı. Bu öneriye kulak veren müminler de ihrama girip yedeklerine develerini de alarak Mekke’ye yöneldiler… Plan yapan dokuzlu çete, başlarına taş düşerek can verdiler…
Müminler oradan ayrıldıklarının ertesi günü bekleme günlerinin ilkiydi. Semud kavminin yüzleri sapsarı oldu. İkinci bekleme gününde kızaran yüzler son gün ise karardı. Olaylar Salih’in (as) haber verdiği gibi gelişiyordu. Helak kaçınılmazdı. Korku ve dehşet içinde beklemeye başladılar. Üçüncü bekleme gününden sonra gürültülü korkunç bir ses ‘sayha’ ve alttan gelen müthiş bir sarsıntıyla helak oldular.
Salih (as) ve devesinin başına gelenler ile Semud kavminin helakının bizimle ne alakası var? Evvela Kur’an’da anlatılan her kıssa bizi doğrudan ilgilendiriyor. Sonrasına bakalım…
Mucizeler, o toplumun iyi olduğu alanlarda sergilenmiş. Kelime anlamı insanları aciz bırakan sıradışı olay olan mucize, onları en iddialı oldukları noktadan vurarak acziyetlerini ortaya koyar. Anlaşılıyor ki Semud kavmi zamanında en çok gündemde olan husus, kuraklık ve rızık teminindeki sıkıntılardı.
Salih’ten (as) bu yüzden olmayacak bir şey istediler. Kayanın içinden bızıleci bir deve çıksın, bütün halkı sütüyle doyursun. Gerçekleşmeyeceğinden emin oldukları şey sonucunda Müslüman olmaya bu yüzden söz verdiler. Ülkede şimdiye kadar öyle verimli bir hayvan görülmemiş, şimdi mi ortaya çıkacak. Ayrıca böyle kurak, kıraç, verimsiz bir yerde istedikleri gibi bir hayvan çıksa bile çok yaşamaz, yaşasa bile nerede yayılacak da o kadar süt verecek! Olmayacağına inanıyorlar da, ne olur ne olmaz diye yine de işi yokuşa sürüyorlar. Yok şöyle olsun, yok böyle olsun…
Mucize ya bu, oluyor işte; kayadan bir deve çıkıyor, hem de ne deve… İri yarı, gösterişli, çalımlı… Hem sevimli hem korkunç… Dosta güven, düşmana korku salan cinsinden… Yanında da yavrusu… Semud’un ileri sürdüğü bütün şartları üzerinde taşıyan bir deve… Yapacak bir şey kalmayınca içlerinde kafası çalışan liderleri yanındakilerle beraber iman ediyor. Bunun normal bir durum olmadığını, ancak bir Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşebileceğini anlamış çünkü. Fakat putperest kavim yine imana yanaşmayacak…
Osmanlı, duraklama ve özellikle gerileme döneminden itibaren dünyaya artı bir şeyler sunamadı. İnsanlığa katma değer olarak kazandırılan hemen her şey, üstünlüğü ele geçiren Batı’dan geliyordu. Bu anlamda 20. yüzyıl sonlarına kadar Türkiye’den dişe dokunur bir şey çıkmadı. Bilimde, sporda, sağlıkta, ekonomide vs. hiç bir alanda dünya markası diyebileceğimiz bir değer üretemedik… Derken adına ‘Hizmet’ denilen bir cemaat/hareket çıkageldi. Yurt, dershane, okul açarak yurdun dört yanında eğitim öğretim sektöründe çok başarılı hizmetlere imza attı. Şiarı insan yetiştirmekti. Sonra bu hizmeti dünyaya taşıdı. Türkçe Olimpiyatları dillere destan oldu… Hizmet Hareketi son 300 yılın bu çorak topraklarından çıkan tek dünya markasıydı… Ortaya çıkış şekliyle Salih’in (as) devesine ne kadar da benziyordu…
Dünya çapındaki bu büyük işlerin üstesinden gelmek kolay değildi. Bir defa temelinde çok büyük fedakarlıklar istiyordu. Ondan önce bu işin finansmanı meselesi vardı, parasız hiç bir şey yapılmıyor… ‘Nereden geliyor bu değirmenin suyu’ diye haklı sorgulamalarla sürekli araştırılan bu hususun cevabı çok basitti; Anadolu insanındaki verme (infak) hasleti harekete geçirilmiş, dolayısıyla tamamıyla yerli sermaye ürünü bir hizmetti. Nasıl ki Hz. Salih’in devesi, şehrin kırlarında vadilerinde serbestçe otlamış, belirli günlerde kuyunun suyundan kanasıya içmişse; Hizmet de ülke insanının himmetini değerlendirmiş, belki bazı dönemlerde himmet toplama hususunda bir nebze serbest bırakılmıştır…
Deveyi mucize kılan hususlardan biri; onun çok yemesi, çok su içmesi ve sonuçta bunların hakkını verircesine normalden çok fazla süt vermesiydi. Halkın hepsini doyurduğu için kimse bu durumdan şikayetçi değildi. Her derde şifa olan süt kaynağı bir deveden niye rahatsız olsunlardı ki. Merada otluyor, kuyunun suyunu içiyordu; ama istemedikleri kadar süt alabiliyorlardı… Türk halkı Hizmet’i bu yüzden sevdi. Kendi çocuklarını alıyor, işliyor, eğitiyor, ahlaklı, meslek sahibi donanımlı bireyler olarak insanlığa sunuyordu. Çocuklarının bu hali, yazın serin kışın ılık lezzetli bir süt gibi ruha ve bedene huzur veriyordu. Kaç zamandır memleket ahlaklı, değerlerine saygılı, ufku açık, kaliteli nesillere hasretti… Bu hasreti bitiren Hizmet’i sevdi, benimsedi ve destekledi…
Semud’un sıradan halkı mucize deveyi sevmişti, ama ondan memnun olmayanlar da vardı. Hatta deve sürüleri bulunan bazı zenginler, sürülerinin otlaması ve sulanması konusundaki kısıtlamalar nedeniyle deveye düşman kesilmişlerdi. Kendi sürülerine uygulanan bu kısıtlamaya baş sebep olarak onu görüyorlardı. Ayrıca ücretsiz olarak halkın süt ihtiyacını karşılamasından dolayı ticaretlerine de ket vurulmuştu. Ekonomik zararları bir yana, toplumdaki itibarları da yerlerdeydi. Bunların müsebbibi hep deveydi… Süt sektöründe neredeyse tekel olmuş iki kadın bu yüzden rahatsızlıklarını yüksek sesle dile getirmeye başladılar…
Toplumda Hizmet dikkat çekici karşılık bulduğu dönemde bazı homurtular da yükselmeye başlamıştı… Türk çocuklarının özellikle cahil bırakılıp, belli makamlardan uzak tutulması stratejisi uzun yıllardır uygulamadaydı. Buna muhalif karşılarında dişe dokunur bir hareket bulunmaması işlerini kolaylaştırmıştı. Lakin şimdi bu cemaatin ortaya çıkıp önemli işlere imza atması can sıkıcıydı. Turgut Özal’ın özellikle yurt dışında Hizmet’i tanıtıcı ataklarından sonra Demirel’in, Türkeş’in, Ecevit’in de destekleriyle bu hareket daha da büyüyor ve bilinirliği artıyordu. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Düğmeye basılmış gibi belli noktalardaki adamlarından homurtular yükseldi. En etkili ve dikkat çekici homurtu, Türkan Saylan ve Gülseven Yaşer adlı iki kadından geldi…
Kamuoyu oluşturmaya kalkarlarsa boşuna oyalanmış olacaklardı. Deveyi çok sevdiği ve ondan maddi manevi yararlandığı için halkın gözünde itibarını düşürmek çok zordu. Ayrıca geç kalabilirlerdi. Bunun için Uneyze ve Müheyya, devenin kalemini kırdılar.
ABD ajanlığından tutun, gizli gündem, devleti ele geçirme, şeriat isteme gibi bir sürü ipe sapa gelmez suç isnadında bulundular Hizmet’e karşı… Medya da ellerindeydi, sesleri çok çıkıyordu. Her şeyleriyle üzerine çullandılar. Fethullah Gülen Hoca ABD’ye gitmek zorunda kaldı. Terör davası açtılar… Kafalarına koymuşlardı, Cemaat bitirilmeliydi…
Mucize devenin katledilmesi için büyük bir organizasyon gerekiyordu. Bunun için iki tüccar kadın varını yoğunu ortaya koydu, karşılığında neler neler vaad ettiler. İki caniyi kandırıp kiraladılar. Onlar da bir ekip kurdu, katiller takımı dokuz kişiden oluşuyordu. Kur’an’da ‘Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı.’ diye anlatılan bu ekip, halkın deveye beslediği sevgiden ürküp olayın faili meçhul kalmasını istiyorlardı. Bu yüzden deveyi şu öldürdü diye belirgin birini kimse gösteremeyecekti. Ne kadar çok suç ortağı olursa, hesap sormak o derece zorlaşırdı çünkü… Bununla da yetinmediler, ev ev dolaşarak bu konuda herkesin rızasını aldılar. Ancak devenin katledilmesi konusunda herkesin mutabakatından sonra o işe girişeceklerdi… Deveyi bu derece seven halkın fikirlerinde yüzseksen derecelik bir değişiklik için bu görüşmelerde kim bilir neler anlattılar…
Cemaatin bitirilmesi kararı verilmişti, ama bunun gerçekleşmesinin önünde büyük engeller vardı. Bir defa kamuoyunda önemli bir sevgi ve itibarı vardı, önce onun yıkılması gerekiyordu. Ecevit ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi iki sevilen siyasi lider de Hizmet’e sahip çıkıyordu, onlar da bir şekilde ekarte edilmeliydi. Ancak bütün bunlardan sonra cemaate son darbe vurulabilirdi…. Uzun bir süreç başladı. Toplumun önüne, çok güçlenen Hizmet’in tehlikeli olmaya başladığına dair sürekli söylentiler atıldı. Bu arada hırsızlık üzerinde yakalanan hükümet üyeleri Hizmet’e düşman kesilip Ergenekon adı verilen karanlık terör örgütüyle işbirliğine gitti. Bu dönemde cemaat hakkında küfür ve hakaret içeren ne kadar sıfat varsa hepsi boca edildi. En son Cemaat hükümete darbe yapacak yaygarası ince ince kamuoyuna işlendi. Hizmet, şeytanlaştırılmaya hazırdı…
Ev ev dolaşarak herkesin onayı alınmıştı, artık deve öldürülebilirdi… Katlin icrası başladı. Plan basitti; devenin su yoluna pusu kurulacak, uzaktan bir ok atışıyla yıkılacak, ayakları kesilerek kaçış ihtimali ortadan kaldırılacak, ortak darbelerle öldürülecek…
28 Şubat döneminde alınan Cemaatı bitirme kararı, şartların oluşması için yirmi yıl sonra ancak uygulamaya konulabildi. Bu arada engel görülen siyasi simalar ortadan kaldırıldı, yeni ittifaklar kuruldu, Hizmet hareketi toplum nezdinde itibardan düşürüldü, kendini anlatabileceği alternatif yayın organlarına bir bir el konuldu. Onun bir silahlı terör örgütü olduğuna Türkiye ve Dünya kamuoyunu ikna edebilmek için bir adım kalmıştı. O adım nihai plandı… Buna göre İstihbarat, Asker, Emniyet, Diyanet, Başbakanlık, İşid, Ergenekon, Dugin, MI6 gibi daha pek çok karanlık yapı bir araya gelip planı olgunlaştırdı. Buna göre saçma bir organizasyonla Cemaat darbe yapıyor yaygarası koparılacak, iş üstünde yakalanan başarısız darbeci silahlı terör örgütü (FETÖ) bütün dünyaya duyurularak kafası koparılacaktı. Başarısız darbe girişimi sırasında onbinlerce kişi öleceğinden bu eli kanlı örgütü kimse savunamayacaktı…
Planladıkları gibi deveyi öldürdüler. Bu sırada olanlardan dehşete düşmüştü devenin yavrusu. Ayrıca annesi böğürerek uyardığı için panik ve korkuyla dağlara doğru kaçmaya başladı. Bir kayanın ardında kayboldu… Bazıları kayaların ardından gelen ‘Ey Rabbim! Nerede Annem!’ feryatlı ağlama seslerinin bu yavru deveye ait olduğunu söyler… Başka bir rivayete göre ise, gözü dönmüş katiller anne deveyi öldürdükten sonra kaçmasına fırsat vermeden yavrusunu da kesip etini yediler. Doğrusunu Allah bilir…
15 Temmuz 2016 gecesi darbe tiyatrosunu bastırılmadan suçlu ilan edildi. Zaten aylardır kamuoyu böyle bir şeye hazırlanmıştı. Geceyarısından önce örgüte mensup insanlara karşı av başladı. ‘Yenikapı Ruhu’ diyerek siyasetin bütün kanatlarının liderleri bir araya geldi ve malum terör örgütünün katline onlar da onay verdiler. Halk zaten nereye sürsen oraya gidiyordu. Böylece herkes cemaata yönelik operasyonlara he dedi, soykırım böyle başladı… Nihai amaç kökten çözümdü, bütün kurumlara çökmek, çoluk çocuk herkesi öldürmek… Biyolojik ölüm olmuyorsa sosyal ölüm… Nasıl devenin yavrusu kaçıp kurtulduysa, cemaat mensuplarının bir kısmı da yurt dışına çıkabilmişti…
Dokuz kişilik çete kendileri bir deveyi öldürme kudretine sahipken, neden Semud kavminin tamamını yanlarında görme ihtiyacını hissettiler… Bütün kötü propagandaya rağmen işledikleri cinayeti halka izah edemeyeceklerdi. Ayrıca bir suça ne kadar çok ortak bulursan onu o kadar meşrulaştırmış olursun; halkı bu suça ortak ettiler… Yukarıda saydığımız kurumlar zaten 15 Temmuz’u organize gücündeydiler, nitekim yaptılar da… Peki neden tüm siyasetçileri, tarikatları, cemaatları yanlarında görmek istediler… Semud ile aynı sebepten…
Erdoğan, 15 Temmuz sonrasında Cemaat’a yapılan cadı avında hem içeriden hem dışarıdan çok destek gördü. En az destek verenler, susup tepki göstermeyenlerdi. Bu anlamda Türkiye’de dindarı dinsizi, sağcısı solcusu, Türk’ü Kürt’ü, Alevisi Sünnisi hemen her kesim onun yanında, Hizmet’in karşısında oldu. Bu olayı Cemaat’ın yapmadığını, onun masum olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen uluslararası toplum ve kurumlar da Tayyib’in yanında yer aldı. Bu noktadan bakınca hem devenin, hem de cemaatin öldürülmesi olayının uluslararası bir konsorsiyumun işi olduğu aşikar görünüyor…
Devenin boğazlanması deyince, 15 Temmuz 2016 gecesi Boğaziçi Köprüsünde masum Mehmetçiğin mübarek boynunun kesilip boğaza atılması sahnesi geldi aklıma…
Yahu Peygamberin adı Salih… Salih amelin, güzel ahlakın temsilcisi… Devenin ise kızıl tüyleriyle gösterişli olması, bol ve lezzetli süt vermesinden başka günahı yoktu… Tek tek değerlendirdiğinizde güzel ahlakın, huzurun temsilcisi gördüğünüz; çocuklarınızı güvenerek emanet ettiğiniz, bir küçük yanlışını görmediğiniz bu insanlardan ne istediniz!… Ağzı var dili yok, günahsız deveyi boğazlamakla ne geçti elinize!..
Devenin ölümüne çok üzülen Salih (as) ‘dokunmayın yoksa gazaba uğrarsınız’ uyarısına rağmen işlenen bu cinayet karşısında gelmekte olan azabı bildirdi. Üç gün daha yaşayacaklar sonra helak edileceklerdi. İlk günde yüzleri sararacak, ikinci gün kızaracak ve son gün kararacaktı… Bu tehdit karşısında çetenin gözü iyice döndü. Aynı zamanda korkuyorlardı da… Ne kadar Salih’e yalancı, düzenbaz demişlerse de bugüne kadar yalan söylediği görülmemişti. Büyük ihtimal bu dedikleri de gerçekleşecekti… Bununla beraber ona inanmak da istemiyorlardı. Ne yani o kadar gösterişli binalar, sağlam tapınaklar yıkılıp gidecek miydi. Yaptıkları her şey boşuna mıydı!… Böyle olamazdı, bütün bunlar Salih’in büyüsü olmalıydı. Zaten ne olduysa hep o uğursuzlar yüzünden olmuştu… İyisi mi onu da öldürmeli, bu beladan kökten kurtulmalıydı… Eğer dediği gibi gerçekten azap gelecekse elimizi çabuk tutup büyüyü bozmalı, helakın önüne geçmeliyiz. Yok öyle değil, Salih yalan söylüyorsa da cezasını vermiş oluruz… Onların böyle planlar yaptığını Salih’e (as) bildiren Allah Teala, müminlerle birlikte şehri terk etmesini emretti. Böylece Mekke’ye hicret eden Salih (as) ailesi ve müminler çetenin elinden kurtuldu…
Salih’in (as) evinden elleri boş çıkan azılı katillerin kafası, gökten düşen koca taşların altında ezildi. Ötede olacakları bekleyen Semud kavmi çok beklemeyecekti. Daha ilk günün sabahında belirtiler görülmeye başlamış, yemyeşil yapraklar birden sararmış, kuyu suları kızıl bir renk almıştı. Dehşet zamanları gelip çatmış, bekleme günlerinin ilkinde vakit ilerlemişti. Benizlerinin solduğunu, yüzlerinin sapsarı kesildiğini fark ettiler. İkinci gün kızardılar, üçüncüsünde karardılar… Sonra öyle dehşetli bir gürültü, korkunç bir ses geldi gökten (Kur’an buna ‘sayha’ diyor) kulaklar sağır oldu, akıl baştan gitti. Aynı anda yerden müthiş bir sarsıntı belirdi… Bu ikisinin arasında Semud kayboldu gitti…
Cemaat bitirildikten; kalanlar hapse tıkılıp, çıkabilenler yurtdışına çıkıp ülkeyi terk ettikten sonra her şey güllük gülistanlık olmadı. Yetişmiş elemanlardan boşalan kadrolar işbilmezlerle dolduruldu. Dürüst, çalışkan insanların yerine yalancı tembeller geçti. Haram lokma yemeyenler gitti, hırsızlar doluştu. Daha yılı dolmadan yurdun dört yanından olumsuz haberler gelmeye başladı. Şimdi yedi yıl oldu, Türkiye’de dibe vurmayan sektör yok…
Masum deveyi öldürmenin, Salih insanlara kastetmenin bir bedeli elbette olacaktır. Gerçi Muhammed (sav) ümmetinin önceki kavimler gibi helak edilmeyeceğine yönelik haber var; amma insanoğlu tamamen başıboş bırakılmayacağını da bilmeli…
Semud kavmi sağlam yaptıkları binaların bir işe yaramadığını geç anladı. Putperest çağdaş Semud da ‘toki, yol, köprü, hava alanı’ gibi şeylerin boş olduğunu bakalım ne zaman anlayacak…
Semud’a dönelim… Yüzler sarardı, kızardı, karardı ve son… Üç rengin her birinin özel bir durumu sembolize ettiği belirtiliyor. Ayrıca buradaki gün’den kastın 24 saatlik zaman dilimi değil bir dönem olduğunu da unutmayalım. Semud’un helakine giden süreç üç dönemden oluşuyordu. Önce salgın hastalıklarla cebelleşilen bir dönemden geçildi, yüzler sarardı. Sonra savaşlar yaşandı, çok kan döküldü, ortalık kan gölüne dönerken yüzler de bundan nasibini aldı. Sonunda kara günlere varıldı, kıtlık ve kuraklık ortalığı kasıp kavurdu… Ancak bundan sonra helak geldi. Aslında helak gelmese de olurdu, zira yaşanan süreç zaten Semud’un üzerinden silindir gibi geçmişti… Yine de Allah patlamalar ve depremlerle Semud’un belasını verdi…
Zaman dosdoğru bir çizgide akıp gitmez, daireseldir ve yayın her halkasını benzer olaylar oluşturur. Bir başka deyişle, olaylar aynıyla değil misliyle/benzeriyle yaşanır. Semud’un yaşadıklarına yakın şeylerin başımıza geleceğini söylüyorum… Sarı, kırmızı ve siyah… Bunların sırası değişebilir; ama salgın hastalıklar, savaşlar ve kıtlık yaşanacaktır…
15 Temmuzda deveyi boğazladıktan sonra Covidi yaşadık, benzerlerine da hazır olalım… 3. Dünya Savaşı her yerde konuşuluyor ve her an çıkabilir (galip ihtimalle Tayyip çıkaracak)… Kıtlık ve kuraklık alametleri sağda solda gözlemlenebilir… Bu üç rengin üçü de ekonomik çöküntüyü netice verir… Yani büyük çöküşten kaçış yok… Üç tehlikenin küresel çapta bir etkisi olduğu unutulmamalı… E deveyi boğazlayan küresel bir konsorsiyum değil miydi? Elbette sarsıntının etkisi de küresel çapta olacak…
Sarsıntı deyince… 6 Şubat’taki deprem sırasında şehirdeki dokuzlu çetenin 15 Temmuz benzeri bir organizasyon planlarken bundan vazgeçmek zorunda kaldığını işittim…
Büyük çöküşten kaçış yok derken bunu kastediyorum. Allah Teala bir kavmi helak etmeye karar verdiği zaman bundan pek dönmüyor. İstisnası yok değil… Yunus (as) onları terkettikten sonra Ninova halkı hatalarını fark edip tövbe yoluna gitmişler. Bunun üzerine Allah da onlar üzerinden helakı kaldırmış… Yalnız bizim kavim hiç öyle deveyi öldürdükleri için pişman olmuş gibi görünmüyor. Hala ağızlarını açtıklarında (en hafif küfür olarak) terörist diyorlar…
Bir de Semud, önceki Ad kavminin yok olup gitmesini sağlam bina yapmamalarına bağlamıştı. Oysa onların helak olmasına sebep inkar ve zulümdü. Dolayısıyla sağlam binalar yapıp kurtulma yanılgısına düştüler… Şehircilik Bakanı ne demiş: “Bundan sonra öyle konutlar inşa edeceğiz ki, deprem 9 dereceye kadar olsa bile hiçbirimiz yerimizden kımıldamadan hayatımızı sürdüreceğiz.”
Görelim Mevla neyler… 2 Eylül 2023